Bir ülkenin diğer ülkelerle olan ekonomik münâsebetlerinin yürütüldüğü, ülkeye giriş ve çıkışların yapıldığı merkezlere verilen addır. Gümrük, insanın ihtiyaç duyduğu her türlü eşyânın milletlerarası hareketleri mevcut olduğu için doğmuştur. Bugün bütün ülkeler, gümrüklerle ilgili çeşitli ekonomik politikalar uygulamak durumundadır. Böylece gümrüğe gelen çeşitli mallar, kânunda gösterilen vergi, harç ve resimler ödendikten sonra, ülkeye girmektedir. Bu muâmelelerden hem devlet gelir elde etmekte ve hem de ülkede üretilen malların diğer ülkelerde îmal edilen mallar karşısında rekâbeti sağlanabilmektedir.

 

 Târihçe

"Lehçe-i Osmaniye" adlı kitapta “gümrük” kelimesi, Rumcadan alınmış ve "emtiaya ilişkin rüsûmun idâre mahallinin ismidir" diye tanımlanmış ise de, gümrük kelimesinin Rumcadan alınma olmayıp, Latincede ticâret mânâsına gelen "commercium" kelimesinden alınmış olduğu anlaşılmaktadır. Zîrâ gümrük resminin ticâret eşyâsından alınan bir vergi olduğu göz önüne alındığında, kelimenin mânâya uygunluğu ortaya çıktığından, bu adlandırmanın esâsen daha uygun bulunduğu açıktır.

Fransızlar gümrüğe "douane" derler. İtalyanca "dogana" kelimesinden alınmıştır ki, Venedik ve Cenova Cumhuriyeti’nin Birinci Hâkiminin unvânı olan "Doge" adına, hazîneye gelir têmin etmek için, Venedik'te uygulamaya konulan verginin ismi olmuştur.

Bâzı yabancı târihçiler Osmanlı İmparatorluğunda birçok idârî ve mâlî kurumların İstanbul'un fethinden sonra toplu bir şekilde Bizans'tan alındığını yazmaktadırlar. Bâzı târihçiler de gümrüklerimizin İstanbul'un fethinden sonra kurulup düzenlendiğini belirtirler. Ancak gümrüklerimizin İstanbul'un fethinden sonra kurulup düzenlendiği ve bu düzenlemelerin de Bizans gümrük sistemi esas alınarak yapıldığı yolundaki görüşler mevcut bilgilerle çelişmektedirler.

İstanbul'un fethinden sonra gümrüklerimizle ilgili yapılmış olan düzenlemeler Fâtih Kânunnâmesi'nin başlangıcında yer alan hatt-ı hümâyunda belirtildiği şekilde öteden beri yazılı ya da gelenek şeklinde uygulanmakta olan diğer kurallarla birlikte gümrük kurallarının da bir araya getirilmesi, derlenmesi ve bir sıra hâlinde tasnif edilmesidir. Osmanlı İmparatorluğunda gümrüklerimiz ve gümrük vergisi konusu Tanzîmat öncesi dönem Tanzîmat Dönemi ve II. Meşrûtiyet dönemi olarak üç ayrı bölüm hâlinde ele alınmaktadır.

 

Tanzîmat Öncesi Dönem

Osmanlılarda "gümrük" kelimesi mâliye dilinde yer (mekân) anlamında kullanılmıştır. "Gümrük" kelimesi hem anlamı ve hem de konusu îtibâriyle Osmanlı mâmul ve mahsullerinin yabancı memleketlere ve yabancı memleket mâmul ve mahsullerinin de Osmanlı Devleti'ne ithal veya ihraç edilmesi sırasında, ithal veya ihraç eşyâsının çıkarıldığı-getirildiği dâire anlamında kullanıldığı gibi genel kullanımda bu kelime, bu dâireye çıkarılan her türlü eşyâ üzerinden alınan resim anlamına da gelmektedir. Bu târife göre “gümrük resmi” esâsen Osmanlı Devleti'nden yabancı ülkelere veya yabancı ülkelerden Osmanlı Devleti'ne ithal veya ihraç olunan eşyâ üzerinden alınan bir çeşit ticâret vergisi ise de ülke toprakları içinde bir iskeleden diğer bir iskeleye denizden bir şehir veya kasabaya karadan nakledilen veya çıkarılan eşyâdan da muhtelif isimler altında asırlarca gümrük resmi alınmış, daha sonra bunlardan bir kısmı zaman içinde kaldırılmıştır.

Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey zamânında bâzı geçiş yerlerinde "meks" adı altında "bac" biçiminde bir tür vergi alınırdı. Ancak halk meksin şerîata uygun olmadığını düşündüğünden, "mekkas" diye adlandırılan gümrük mêmurluğu mesleğine karşı o dönemlerde fazla ilgi göstermez ve bu görevi almaktan kaçınırlardı. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan daha sonraki yıllarda "üşur" ve "bac" adı altında tahsil edilen vergiler vardı.

Târihçiler "üşur" adı ile gümrük resminin konulma esâsının ve tarh sebeplerinin şer’î olduğunu, sonraları buna birtakım usul ve kâideler de zam ve ilâve edilerek gümrük resminin çeşitli değişikliklere uğradığını, üşurun tahsîlinin meşrû olduğunu, ancak zorla alınan bir vergi demek olan "bac" resminin tahsîlinin şer'î olmayıp örf ve adede dayandığını, "bac" resmi tamâmen ayrı bir şey iken bâzı mahallerin mâliyesinin ikisini de birleştirerek uzun zamanlar öylece tahsil ettiklerini, yâni geçirilen bir maldan hem gümrük ve hem de çeşit çeşit adlarla "bac" resmi alındığını belirtmektedirler.

Osmanlı İmparatorluğunda Tanzîmat öncesi döneme rastlayan târihlerde tahsil edilen resimlere "ezmine-i atîka gümrükleri" denilirdi. Bunlar tahsilleri zaman içinde çeşitli kânun ve nizamlarla kararlaştırılmış olan ve yabancı devletlerle hiçbir anlaşmaya bağlı bulunmayan rüsûmattır. O dönemlerde sözü edilen bu gümrük vergilerinden; eşyânın geldiği ülke gideceği yer ve yerli veya yabancı olup olmadığı gözetilmeksizin gerek karadan ve gerekse denizden getirilen veya nakledilen her türlü mal ve ticârî eşyâdan alınan gümrük resmine "âmediyye", eğer bu mal ve eşyâ evvelce dâhil olduğu mahalde sarf ve istihlak olunmayarak diğer mahalle nakledilirse ondan alınan gümrük resmine "reftiyye",  eğer eşyâ dâhil olduğu mahalde sarf ve istihlak olunacak olduğu takdirde ondan alınan gümrük resmine "masdariyye" ve yabancı memleketten gelip dâhilde sarf olunmayarak bir başka yabancı memlekete sevk edilen eşyâdan alınan resme de "mürûriyye" deniliyordu. "Masdariyye" resmi şimdiki mevzuat göz önüne alındığında bir nevi “tüketim vergisi” anlamına gelmektedir ki sonraları gümrük işlemlerinden kaldırılmış ve o târihlerde sâdece İstanbul Balıkhânesi'ne mahsus kalmıştır.

Öte yandan bu dört çeşit verginin konulması aynı anda olmamış belki asırlar boyu elde edilen tecrübeler, yabancı devletlerle yapılan anlaşmalar ve beliren ihtiyaçlar nedeniyle zaman içinde muhtelif nizamnâme ve tâlimatlarla uygulanmaya başlamıştır. Gümrük resmi genelde kıymet esâsına göre tespit edilirdi. Ancak bu sistem tüccarla gümrükçüler arasında malın gerçek değerinin tâyini husûsunda devamlı tartışmalara sebep olduğundan XVIII. yüzyıldan îtibâren gümrük resimleri belli târihteki mal fiyatlarına göre tespit edilen spesifik târifeler üzerinden alınmaya başlandı. Öte yandan daha sonra yapılan ticâret anlaşmaları nedeniyle Tanzîmat Dönemi’nde görülecek olan rüsûmat emâneti tarafından bu "âmediyye", "reftiyye" ve "masdariyye" tâbirleri tamâmen ortadan kaldırılmış ise de bu tâbirler eski gümrükçülerin dillerinde daha sonraları da kullanılmışlardır. Bu tâbirlerin yerine yabancı memleket mahsul ve mallarından dâhilde sarf olunmak üzere Osmanlı İmparatorluğuna gelen mal ve eşyâdan alınan gümrük resmine "ithâlat resmi" yerli mahsul ve mallardan yabancı memleketlere ihraç olunan mal ve eşyâdan alınan gümrük resmine "ihrâcat resmi" ve yabancı memleketlerden gelip dâhilde sarf olunmayarak diğer bir yabancı memlekete geçirilen mal ve eşyâdan alınan resme de "mürûriyye" denilmeye başlanılmıştır.

Osmanlılar "gümrük resmi"ni; uygulama ve etkisi yönünden bakılacak olunduğunda devlet gelirleri içinde en zoru, tahsil edilmesi açısından bakılacak olunduğunda da en çabuk elde edileni olarak görmüşlerdir ki doğrusu da budur.

Yabancı devletlerle ticâret anlaşmaları yapılıncaya ve gümrük târifeleri konuluncaya kadar Osmanlı Devleti'nde gümrük gelirleri hazîne defter gelirleri içinde önemli bir yer tutamadığı gibi her yerde dahi eşit gümrük resmi uygulaması mevzûbahis olamamıştır. Diğer taraftan Osmanlılarda gerek mevki îtibâriyle konumu ve gerekse eşyâ cinsi göz önüne alınarak gümrüklere de farklı isimler verilirdi. Bunlardan deniz kıyısında bulunanlara "sâhil gümrükleri", sınır boyunda kurulu olanlara "hudut gümrükleri" ve orta yerde bulunanlarına da "kara gümrükleri" adı veriliyordu. Kara gümrükleri genelde iç ticâret mallarına yönelik iken sâhil gümrükleri hem iç hem dış ticâret malları için söz konusu oluyordu.

Gerçekten İstanbul, İzmir, Antalya, Selânik, Beyrut Trabzon, Kefe gibi merkezler sâdece dış ticâret değil deniz taşımacılığının daha ucuz ve bâzı hâllerde daha kolay oluşu nedeniyle iç ticâret için de önemli liman ve gümrük merkezleriydi. Bunların yanında daha az işlek olan ikinci derecedeki limanlarda da gümrükler bulunuyordu. Karayoluyla yapılan ticârette gümrük resmi alınması kara gümrüklerinin kurulmasını gerektirmişti. Bursa, Erzurum, Tokat, Diyarbakır, Bağdat, Şam, Halep, Edirne ve Belgrat gibi büyük şehirlerden başka daha küçük yerlerde de kara gümrükleri vardı. Küçük gümrükler genellikle yakınındaki büyük gümrüklere bağlanır ve bir ferman gönderilmesi yâhut iltizâma verilmesi gibi durumlarda yalnız büyük gümrük adı yazılır, diğerleri için ise "ve tevabi gümrükleri" (ve bağlı gümrükleri) denilmekle yetinilirdi. 1801 yılında Osmanlı Gümrüklerinin sayısı 100' ün üzerindeydi.

Osmanlı İmparatorluğunda kara gümrükleri kurulması gerekliliği doğunca ve bâzılarının da bağlı bulundukları mahallere nakli söz konusu olunca büyük kazâlarda ihrâcat gümrükleri ile ithâlat gümrükleri birbirinden ayrılmış bâzı büyük iskelelerde de eşyâ bazında birbirinden ayrı gümrük idâreleri kurulmuştur. Örneğin emtia gümrükleri ile zahîre denilen kuru gıda gümrükleri birbirinden ayrı idâre edilirken kuru meyve ile yaş meyve gümrükleri de farklılaştırılmış ve hattâ giriş gümrük kapısı ve mahreç ülke îtibâriyle de farklı gümrük idâreleri tefrik olunmuştu.

Osmanlı İmparatorluğunun ilk dönemlerinde diğer vergiler gibi gümrük vergileri de mâlî yapı içinde hazîneye bağlı olarak "iltizam" ve "emânet" şeklinde adlandırılan iki ayrı usûle göre toplanıyordu. Gümrükler de mâdenler, darphâneler ve dalyanlar gibi birer kirâlama konusu idi. Bu tür kirâlamaya konu olan gelir getirici yerlere "mukâtaa" deniliyordu. Bütün mukâtaalar gibi gümrükler de zaman içinde iltizam ve emânet usûlü ile idâre edilmişlerdir. Vergilerin devlet mêmurları vâsıtasıyla toplanması anlamına gelen emânet usûlü ile idârede "emin", devlet tarafından tâyin edilen bir mêmur statüsündeydi. Toplanan gümrük vergileri gümrük eminleri ve mêmurlar vâsıtasıyla hazîne hesâbına alınıyordu. Buna göre gümrükte çalışanların maaş ve aylıkları kirâ, kırtâsiye, temizlik ve yakacak masrafları gümrüğüne göre ödenmesi planlanan tophâne, baruthâne, kale neferleri ulûfeleri gibi harcamalar çıktıktan sonra artan para merkeze yollanıyordu.

Bir gümrüğün iltizâma verilmeden önce hâsılâtının tam olarak bilinmemesi iltizâma çıkarıldığında istenilen rakamı bulamaması yâhut ârızî bâzı sebeplerden dolayı bir gümrüğün gelirinin azalması gibi hâllerde "mukâtaa" emânet yoluyla idâre edilirdi. İltizamlar açık artırma yoluyla yapılıyordu. Gümrük gelirleri 1-3 yıllık sürelerle "mülâzım" denilen müteahhitlere ihâle ediliyordu. İhâlede bir bakıma têminat olarak sarrafların kefâleti de taahhüt olarak aranırdı. Diğer mukâtaalarda olduğu gibi gümrük mukâtaalarında da tek bir gümrük değil bunların birkaçı bir arada hattâ bâzen dalyan, pencik vb. resimlere âit mukâtaalar da eklenerek iltizâma verilirdi. Bundan maksat birinin kârının diğerinin zararını telâfî etmesiydi. Örneğin 1699-1700’de İstanbul, Galata, Gelibolu, Tekirdağ, Ereğli, Silivri, Enez, Bandırma, Edincik, Mudanya, İzmit ve bağlı iskeleleri gümrükleriyle rüsûm-ı reft, dellâliye, kara gümrüğü ve bağlantıları, dalyan-ı mâhî, rüsûm-ı masdariyye, Edirne Gümrüğü, İzmir ve Sakız gümrükleri ve bağlı mukâtaası birlikte iltizâma çıkarılmıştı.

Bâzen emânetle idâre içinde de iltizâma gidilebiliyordu. Eğer mukâtaa bir gümrük mêmurunun maaşını dahi karşılayamayacak kadar az gelir getiriyorsa o takdirde emin tarafından maktû olarak ihâle edilebiliyordu. İltizamla idârede mülâzım iltizam bedelinin bir miktarını "muaccele" adıyla peşin olarak öder kalanı takside bağlanırdı. Mülâzım'ın hazîneye ödediği miktarın üstünde elde ettiği gelir de onun kârı olurdu. Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasından Tanzîmat’a kadar dâhilî gümrük rüsûmunun tahsil usûlü belirtilen şekilde idi.

Bâzı önemli eyâletler ve yurtluk ve ocaklık şeklinde idâre ettirilen bâzı sancaklar hâriç bütün mahallerin gümrükleri o zamanların terimlerince "mefruzu'l-kalem" ve "maktû'ü'l-kıdem" şeklinde kabul edilip bâzı güvenilir kişiler vâsıtasıyla idâre ettirilmiş iltizam usûlünün tamimi sırasında da İstanbul gibi büyük olmayan mahallerin gümrükleri sarrafların taahhütleri altında mülâzımlara ihâle olunmuş ve gümrüklerin yıllık gelirleri tamâmen devlet hazînesine îrat kaydedilmiştir.

 

Tanzimat Dönemi

Osmanlı İmparatorluğunda Tanzîmat öncesi dönemde gümrük vergilerinin toplanması iltizam usûlüne göre müteahhitler aracılığıyla yapılıyordu. Ancak mülâzımların kendilerine büyük menfaatler sağlamaları dolayısıyla bu konuda çeşitli şikâyetler de vâkî oluyordu. Bu şikâyetlerin de etkisi ile iltizam usûlü 1840 yılında terk edildi ve emânet usûlü uygulamasına geçildi.

İstanbul ve çevresi için "İstanbul Emtia Gümrüğü" kuruldu ve öteki yörelerde de maaşlı mêmurlar görevlendirildi. Bu târihte emânet usûlü uygulamasına geçilirken ve gümrükler mâliye hazînesine nakledilirken o zamâna kadar bâzen gümrük resimleriyle birlikte ve bâzen de ayrı olarak ihâle edilen bütün belediye rüsûmu da hazînenin denetimi altına alınmış,  İstanbul (Dersaâdet) ve bağlı gümrükleri yeni kurulan İstanbul Emtia Gümrüğü Emâneti’ne ve Dersaâdet'in müteferrik belediye resimleri de sonradan "şehremâneti" adını alan İhtisab Nezâreti’ne nakledilerek katılmış, taşraların benzer gümrük ve belediye resimleri de birbirinden ayrılıp vergi tahsildarlarının nezâretleri altında olmak kaydıyla özellikle seçilen ve tâyin olunan maaşlı ve yeminli mêmurlar vâsıtasıyla idâre ettirilmiş, bunların maaş ve masraflarından arta kalan gelirlerinin mahallî mal sandıklarına yatırılması usûlü getirilmiş, o târihe kadar gümrük olmayan yerlerde de gümrük idâreleri kurulması ayrıca kararlaştırılmıştır.

Bütün gümrüklerin nezâreti her ne kadar mâliye hazînesine havâle edilmiş ise de bu havâle sâdece gümrük gelirlerinin mâliye hazînesine gönderilip burada toplanmasından ve kesin hesaplarının vakti zamânında görülmesinden ibâret bir nazariye olmuştur. Bu nedenle faaliyet ve icraat sırasında vukûa gelecek sorunların halli ve düzeltilmesi bakımından bütün gümrükler için güvenilir bir merci tâyini gerekli görüldüğünden bu çeşit sorunlar için de "İstanbul Emtia Gümrüğü" merkez tâyin olunmuştur.

Herhangi bir gümrük uygulamasına ilişkin bir tartışma vukû bulduğunda veya gümrük uygulamasından kaynaklanan bir husûsun doğruluğu yönünden şüphe vâkî olduğunda gereğinin ve olunacak işlemin İstanbul Emtia Gümrüğü'nden sorulması ve alınacak cevaba göre de işlem yapılması bütün gümrüklere bildirilmiş hattâ o dönemlerde kurulan "Ticâret Mahkemeleri" de İstanbul Emtia Gümrüğü'ne nakledilmiştir. Bu nedenle gümrüklere âit herhangi bir sorun veya şikâyet vâkî olduğunda önce İstanbul Emtia Gümrüğü'ne havâle olunur ve oradan yazılan îlam üzerine gereği yapılırdı ki bu îlam âfiyeti Rüsûmat Emâneti’nin kurulmasına kadar devam etmiştir.

Yine o târihlerde gümrüklerin yıllık gelirlerinin İstanbul Emtia Gümrüğü defterlerine kaydedilmesi ve sene sonunda da muhâsebeleştirilerek mâliye hazînesine verilecek icmâle derc edilmesi husûsu karar altına alınmış ve yazılan bir genel emirle her bir mahalde bulunan idârelerinin bu gümrük rüsûmâtı için başka defterler tutması, bahsi geçen defterlerde kayıtlı gelirlerini her ay sonunda mal sandığına teslim etmesi ve buna dâir vergi tahsildarlıklarından alınacak makbuz senetlerinin de İstanbul Emtia Gümrüğü'ne gönderilmesi veya tevdî edilmesi hususları tamim edilmiştir. Ancak Emânet usûlünün bu uygulaması da ancak 1841 yılı sonlarına kadar sürmüş ve 1842 yılında tekrar iltizam usûlüne dönülmüştür. Zîrâ hazînece gümrüklerin emâneten idâre olunmasından beklenen gelir ve fayda bu dönemde gerçekleşmemiş ve aşağı yukarı bunların birer senelik gelirlerinin yetersizliği de görülüp anlaşılmıştır. Bu nedenle İstanbul Emtia Gümrüğü ve bağlantıları ile yakın gümrükler ve Yemen gümrükleri eskiden olduğu gibi emâneten idâre olunmak ve İstanbul Emtia Gümrüğü Emâneti eskisi gibi iş’âr (yazılı bildiri) ve istişâratta danışma mercii olarak tanınmak üzere geri kalan bütün gümrüklerin bâzıları takım takım birleştirilmek, bâzıları da mal bazında ayrılmak sûretiyle birer ikişer veya üçer sene süreyle idâre olunmak ve kâr ve zararları da kendilerine âit bulunmak kaydıyla sarrafların taahhüdü altında müzâyede yoluyla mülâzımlara ihâlesi kararlaştırılmış böylece 1842 yılında tekrar iltizam usûlüne dönülmüştür. Bu usul gümrüklerin tamâmının emâneten idâreye bırakıldığı 1858 senesi sonuna kadar devam etmiştir.

İltizam usûlünde gümrükler ithâlat ve ihrâcat şeklinde ayrı ayrı kalem îtibar edilerek çeşitli mülâzımlara ihâle olunduğu gibi mal bazında ayrı kalemler hâlinde de farklı mülâzımlara ihâle edilebiliyordu.

Sâhil şehirlerine gidecek malların gümrük resimleri prensip olarak çıktıkları değil vardıkları yerde alınırdı. Bu durumda malın çıktığı gümrükte tüccara malların cins ve miktarını ihtivâ eden bir "İlmühaber Kâimesi" verilirdi. Malın vardığı büyük gümrükte vergisi ödendiği zaman ilmühabere meşrûhat düşülür ve istendiğinde dönüşte ilk gümrüğün yetkililerine bu ibraz olunarak borcun ödendiği ispat olunurdu. Bundan maksat kaçakçılığın önlenmesiydi. Zîrâ tüccarın İstanbul'a veya başka bir büyük şehre götüreceğini söyleyerek mallarını gümrükten resim ödemeden geçirdikten sonra gümrük bulunmayan yollara saparak satması da nâdir rastlanan olaylardan değildi. Ancak gümrük resminin malın vardığı gümrükte alınması da zaman zaman problemlerin çıkmasına sebebiyet verebiliyordu. Bunun için 1857 yılında "Mahreç Nizamnâmesi" adıyla yayınlanan bir nizamnâme ile gümrük resminin malın çıktığı yerde alınması prensibi getirildi. Sonradan kurulan kara gümrükleri 1843’te kaldırıldı. Fakat eskiden beri mevcut olduğu için "kadîm" adıyla anılanlar sürdü. Ancak bu uygulama sâhil gümrükleri ile eski kara gümrüklerinin bulunduğu Osmanlı şehirleriyle sonradan kurulan gümrüklerin bulunduğu yerler arasında birincilerin aleyhine bir durumun ortaya çıkmasına sebep oldu.

Birincilerin yakınındaki yerler mahsul ve mâmuller için %8 gümrük resmi öderken diğerleri bundan muaf tutulmuştu. Diğer konulardaki şikâyetlerle berâber tütün enfiye, müskirat ve tuz hâriç olmak üzere bütün kara gümrükleri kaldırıldı.

1859 senesi Mart'ından îtibâren taşraların gerek sâhil ve hudut ve gerekse kara gümrükleri îtibâriyle birtakım emânetlere bölünmesi ve tamâmının emânet usûlü ile idâre edilmesinin daha hayırlı olacağı Mâliye Nezâreti'nden bir Takrir ile Bâb-ı Âlî’ye arz edilerek bildirilmiştir. Bunun üzerine bütün sâhil kara ve hudut gümrükleri için on yedi “gümrük emâneti” kurulmuştur. Emânetlerin her birine "emin" unvânıyla ve yüksek maaşlar tahsis edilerek müstakil kişiler tâyin edilerek mahallerine gönderilmişlerdir. Bu sırada gümrük eminlerinin maiyyetlerine de birer muhâsebe, birer tahrîrât başkâtibi tâyin olunmuş ve bunların mahallerinde tutacakları defterlerin tâlimat ve numûneleri de İstanbul Emtia Gümrüğü'nün defterlerine uygun olarak tanzim edilmiştir. Gümrüklerin çalışmaları 1860 senesi sonuna kadar münferiden bu tarzda devam etmiş ve gümrük kuralları çeşitli yönetmeliklerle düzenlenmeye çalışılmış, aynı yıl yapılan ticâret anlaşmaları üzerine düzenlenen târifelerle tuz ve tütün inhisarları hakkında yeniden kaleme alınan nizamnâmelerin sene sonundan îtibâren uygulamaya konulması kararlaştırılmıştır. Öte yandan gerek iltizam ve gerekse emânet usullerinin tatbîkâtında çeşitli şikâyetler oluyordu.

O dönemde aynı zamanda teşkîlâtın yapısı da çok yetersizdi. Gümrük idârelerinin her biri ayrı ayrı ve doğrudan hazîneye bağlıydı. Aralarında herhangi bir bağlantı yoktu. Mêmurlar da iltizam usûlünün uygulandığı mülâzımlar döneminde çalışan kimselerden oluşuyordu. Diğer taraftan Tanzîmat döneminde ıslah edilmesi öngörülen idârî kuruluşlardan birisi de devletin mâlî teşkîlâtıydı ve belirtilen nedenlerle gümrüklerin ıslâhı yönünde de düşünce ve çalışmalar vardı. Kezâ XVIII. yüzyıla gelinceye kadar genellikle devlet içinde sâdece bir "gelir" unsuru olarak görülen gümrükler özellikle XIX. yüzyılda Avrupa'da sanâyi devriminin gerçekleşmesi, üretimde ve uluslararası ticârette büyük gelişmeler olması sonucu önem kazanmış, gümrük konuları ve sorunları ile kaçakçılıkla mücâdele daha ön plana geçmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak gerek Batılı ülkelerde ve gerekse Osmanlı İmparatorluğunda gümrüklerle ilgili yeni düzenlemelerin yapılması zorunluluğu doğmuştur En son emânet usûlünün uygulanmakta olduğu bu dönemde gümrük eminleri doğrudan Hazîneye bağlı olduğundan aralarında herhangi bir irtibat bulunmadığından ve hattâ bir dağınıklık söz konusu olduğundan, gümrüklerin bu durumdan kurtarılması için teşkîlat yapısı ile ilgili yapılan çalışmalar sonucu, 1859 yılı Mart'ından îtibâren, on yedi emânete ayrılmış olan taşra gümrük idâreleri, hazîne yerine daha önce kurulmuş bulunan İstanbul Emtia Gümrük Eminliğine bağlanmıştır.

O dönemde İstanbul Emtia Gümrük Emîni Mehmet Kânî Paşa idi. Daha sonra da "emânet" unvânı "nezâret" unvânına çevrilmiş, taşra tuz ve tütün idâreleri de nezâretlere bağlanmış ve bilâhare duhan (tütün) ve memleha (tuz) idâreleri de İstanbul Gümrük Eminliğine bağlanmış ve 1861 yılında da İstanbul Emtia Gümrük Eminliği unvânı kaldırılarak "Rüsûmat Emâneti" kurulmuştur. Taşradaki gümrük emânetleri de “müdürlük” adını almıştır. İlk Rüsûmat Emîni Mehmet Kânî Paşa olmuştur. Emânet unvânının "nezâret" unvânına çevrilmesi ve taşra tuz ve tütün idârelerinin de nezâretlere bağlanması "Rüsûmat Nezâretlerinin Sûret-i Teşkillerile Tâyin Olunan Rüsûmat Nâzırlarının Âfiyet-i Mêmuriyetlerine Mütedâir Tâlimatnâme" ile yapılırken, gümrüklerin muâmelâtının bir düzene konulması, gümrükçüler arasında teknik bilgisi yüksek ve muktedir adamlar yetiştirilmesi, bunların vazîfelerinin belirlenmesi, bunların arasında kabahatleri zuhur edenlerin muhâkemelerinin icrâsı ile cezâlarının tertip ve tâyini ve sadâkatle görev yapanların yükseltilmeleri bir "Mutlak Yetki" ile Mehmet Kânî Paşa'ya verilmiştir. 1876 târihli Rüsûmat Salnâmesi'nden Rüsûmat Emâneti'nin merkez teşkîlâtı ile görevlileri aşağıdaki şekilde tespit edilmektedir.

 

Rüsûmat Emânet-i Celîlesi:

  • Rüsûmat Emîni
  • Muhâsebecisi 

 

Meclis-i Rüsûmat:

  • Reis
  • Âzâlar
  • Başkâtip
  • Başkâtip Muâvini 

 

Zâbitan-ı Aklam:

  • Rüsûmat Muhâsebe Mümeyyiz-i Evveli
  • Meclis-i Rüsûmat Kalemi Mümeyyizi
  • Tahrîrat Kalemi Mümeyyizi
  • Sergi Mümeyyizi
  • Sertahsildar
  • Evrak Müdürü
  • Rüsûmat Muhâsebe Mümeyyiz-i Sânîsi
  • Tatbik Odası Mümeyyizi
  • İstatistik Mümeyyizi  

 

Daha sonra Mâliye Nâzırlığı da yapan ve Türkçeden başka Arapça, Fransızca ve İtalyanca da bilen ilk Rüsûmat Emîni Mehmet Kânî Paşa, gerek mâliyede ve gerekse diğer devlet dâirelerinde görevli bulunan kâtiplerden en çalışkan ve yeteneklilerini yüksek maaşlar tahsîsi ile Rüsûmat Emâneti'ne almış, ayrıca gümrüklerle ilgili önemli düzenlemeler meyanında bulunan altmış dört maddeden oluşan "Dersaâdet Gümrükleri İle Mülhakat Gümrüklerinin Muâmele-i Dâhiliyesine Dâir Nizamnâme"yi hazırlayarak 1861 yılında uygulamaya koymuştur. Diğer taraftan ticâret anlaşması hükümlerince hîle ve hud'anın önlenmesi açısından gerekli görülen tedbirlerin alınması devletin yetkisinde olduğundan hem hazîne menfaatlerinin korunması hem de ticâret erbâbının muâmelâtının daha da emniyete alınması için Rüsûmat Emânetince yedi maddeden oluşan ve birçok fıkrası oldukça önemli ve yararlı bulunan bir nizamnâme daha yürürlüğe konulmuştur. Böylece Tanzîmat dönemi yapılan bu yeni düzenlemelerin bir sonucu olarak Gümrükler mâliyeden ayrılarak doğrudan Sadrâzamlığa bağlı bir teşkîlat olarak "Rüsûmat Emâneti" adı altında organize edilmiş, "Gümrük Müfettişliği" ihdas olunmuş ve ayrıca Gümrük Muhâfaza Teşkîlâtı kurulmuştur.

Gerçekten Tanzîmat Dönemi’nde teşkîlatla ilgili bir diğer çalışma da Gümrük Muhâfaza teşkîlâtı ile ilgili bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu ile diğer ülkeler arasında 1861 yılında yapılan ticâret anlaşması ile gümrük vergilerinin artırılması sonucu gümrük kaçakçılığı olayları sayısında da artışlar görülmüştür.

Kaçakçılıkla mücâdele yönünden bir tedbir olarak yeni bir teşkîlâtın kurulması düşünülmüş ve Rüsûmat Emâneti bünyesinde ilk olarak Gümrük Muhâfaza Teşkîlâtı kurulmuştur. Ancak Gümrük Muhâfaza Mêmurları 1861 yılından önce de vardı ve sâdece mülâzımların bölgelerini koruma görevi yapıyorlardı. Gümrük Muhâfaza Teşkîlâtı'nın da kurulmasından sonra görülen işler ve bağlı bulunan kuruluşlar îtibâriyle Rüsûmat Emâneti'nin Cumhuriyet Döneminde göreceğimiz Gümrük ve Tekel Bakanlığının idârî yapısına benzer bir hüviyet gösterdiği anlaşılmakta ve Mâliye Nezâreti'nin 1838 yılında kurulmuş olduğu göz önüne alındığında da bu târihten 23 yıl sonra Gümrük Teşkîlâtı’nın Osmanlı İmparatorluğunun idârî yapısı içinde müstakîlen organize edilebilmiş olduğu görülmektedir.

Öte yandan Tanzîmat Dönemi'nde yapılan önemli çalışmalardan birisi de ekonomik alanda olmuş ve Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa arasında ve daha sonra da diğer devletlerle akdedilen 1838 târihli Ticâret Anlaşmasının yerine 1861 yılında yeni bir Ticâret Anlaşması yapılmıştır. Bu yeni anlaşma ile 1838 anlaşmasında %5 olarak düşük tespit edilmiş olan giriş gümrük vergisi %8 olarak arttırılırken %12 olarak yüksek tespit edilmiş olan ve bu nedenle esâsen sınırlı olan ihrâcâtımızı olumsuz yönde etkileyen çıkış gümrük vergisi %8 olarak indirilmiş ve %1' e kadar da her sene %1 oranında azaltılması kararlaştırılmıştır. Lehimize olan bu hükümlerin yeni ticâret anlaşmasına yansıtılabilmesi şüphesiz o günün şartları altında bir başarı idi. Diğer taraftan 28 yıl süreli olan 1861 târihli ticâret anlaşmasının sonunda giriş gümrük vergisinin arttırılması istenmiş ise de diğer taraf devletler bu artırıma yanaşmamışlar nihâyet uzun çabalardan sonra 1907 yılında giriş gümrük vergisi %11’e yükseltilebilmiştir. 1861 târihli ticâret anlaşması ile sağlanan diğer bir hak da manifesto verilmesi mecbûriyetinin getirilmesi konusunda olmuştur. Bu târihe kadar limanlarımıza gelen yabancı gemilerin gümrük idârelerine manifesto verme zorunlulukları yoktu. Gümrüklü malları istedikleri gibi yükler veya boşaltırlardı.

Manifesto ise gümrüğe gelen bir malın gümrük idâresince tâkibi yönünden en önemli belgedir. Gümrükçüler tarafından oldukça sık kullanılan "Gümrük manifestonun verilmesiyle başlar" deyimi hatırlandığında 1861 târihli ticâret anlaşması ile o târihte yabancı gemilere gümrüklere manifesto verme mecbûriyetinin sağlanabilmesinin ne derece önemli olduğu görülmektedir. Diğer taraftan Rüsûmat Emânetince meslekte uzmanlaşmış gümrük mêmurları yetiştirmeğe de ayrı bir önem verilerek 1892 yılında "Gümrük Dârüttâlimi" adı ile bir de okul açılmıştır.

Gümrük Dârüttâlimi için hazırlanmış olan on sekiz maddelik tâlimâta göre okulda târife cetveli ile ilgili nazarî bilgiler verilecek ve eşyâdan gerekli görülenlerinin numûneleri târifeye tatbik edilecektir. Gümrüklerde çalışan bütün muâyene mêmurları da buraya devam ile “şahâdetnâme” almaya mecbur tutulmuşlardır. 1892 yılında kurulan Gümrük Dârüttâlimi'nin adı 1908 yılında II. Meşrûtiyet Dönemi’nde "Rüsûmat Mêmurları Mektebi"ne çevrilmiş, I. Dünyâ Savaşı'nın çıkması üzerine de 1914 yılında kapanmıştır.

 

Tanzîmat Sonrası Dönem

1909 yılında çıkarılan bir nizamnâme ile rüsûmat emâneti kaldırılmış ve gümrükler mâliyeye bağlanmıştır. Gümrük tekniği ile ilgili ciddî çalışmalar yapılmış ve ilk kez beyannâme sistemine geçilmiştir. Bu dönemde gümrük komisyonculuğu mesleğinin ilk örnekleri, 1916 târihli ilk gümrük târifesi ve ardından da 1918 târihli ilk Gümrük Kânûnu görülür.

 

Cumhuriyet Dönemi

İlk Târife Kânûnu, 1.10.1929 târihli ve 1499 sayılıdır.  Bu ilk Türk Gümrük Târifesi Kânûnu ve İthâlat Umûmî Târifesi spesifik sistemi esas alır. Bu târifenin başlıca özelliği bağımsız, tek dereceli ve âzamî bir târife olması, mâlî ve koruyucu amaçları bir arada toplamasıydı. Bu târife ile gümrük resimleri artar ve korumacılık dönemi başlar. Bu târife uygulaması dolayısıyla güney ve güneydoğu sınırlarımızda başlayan kaçakçılık faaliyetlerini önlemek için 2.6.1929 da 1510 sayılı ilk Kaçakçılığın Men ve Tâkibi Kânûnu yürürlüğe konulmuş, 27.7.1931 târihli ve 1841 sayılı kânunla yarı askerî nitelikte Gümrük Muhâfaza Umum Kumandanlığı kurulmuştur.

Adım adım gümrüklerini düzenlemeye başlayan genç cumhuriyet târihsel süreçte ilk defâ gümrük teşkîlâtını Mâliye Bakanlığı dışına çıkartarak müstakil bir bakanlık hâlinde teşkîlatlandırılmış ve 30.12.1929 da 1909 sayılı kânunla Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti kurulmuştur. Kaçakçılıkla mücâdele de bu bakanlığın bünyesine verilmiştir. 12 Ocak 1932 Târih ve 1917 Sayılı Kânun ve 24 Temmuz 1931 Târih ve 1841 Sayılı Kânûn’a Müzeyyel Kânunla Gümrük Muhâfaza Umum Kumandanlığı ve 29 Mart 1932 Târih ve 1989 Sayılı Kânun’la da Mâliye Bakanlığına bağlı olan Tekel İdâre ve İşletmeleri de bu bakanlığa bağlanarak bakanlığın kuruluşu tamamlanmıştır.

Mevcut Gümrük ve Târife Kânûnu’na aykırı hareketler 7.1.1932 târihinde çıkarılan 1918 Sayılı Kaçakçılığın Men ve Tâkibine Dâir Kânun ile sıkı müeyyideler altına alınmıştır. Meselâ, kaçakçılık dâvâları tutuklu olarak devam etmiştir. Cezâlar têcil edilmiyor, sürgün cezâsı, el koyma ve müsâdere vardır. Teşebbüs bile suç gibi cezâ görür, İhtisas Mahkemeleri kurulur. Değişen ekonomik şartlar karşısında 1918 yılına âit Gümrük Kânûnu yetersiz kaldığından yeni şartlara uygun bir Gümrük Kânûnu hazırlanmasına ihtiyaç duyulur. 11.5.1949 târihinde 5383 Sayılı cumhuriyetin ilk Gümrük Kânûnu yapılır.  Savaş sonrası ekonomik bunalımın atlatılması için ülkede yapılan çalışmalara paralel olarak, diğer ülkelerde de yoğun bir çalışma yapıldığı, savaştan yorgun çıkan ülkelerin gerek kendi çabaları ve gerekse çok taraflı ilişkilerle ekonomilerini düzeltmeleri, ihrâcatlarını arttırmaları ve kaynaklarını en iyi şekilde kullanmaları amacıyla yapılan bu çalışmalar sonucunda 1947 yılında Cenevre’de Gümrük Târifeleri Genel Anlaşması (GATT) imzâlanarak 1948 yılında yürürlüğe konulmuştur. Bu çalışmalara paralel olarak gümrük mevzuatının basitleştirilmesi, formalitelerinin azaltılması ve mevzuat uyumunun sağlanması amacıyla yapılan çalışmalar sonucu 1950 yılında Brüksel’de Gümrük İş Birliği Konseyi kuruldu. Ülkemiz bu konseyin ilk üyeleri arasında yer almıştır. Ayrıca o dönemde hazırlanan Nomenklatör ve Kıymet Sözleşmelerine 7.1.1955 târihli ve 6290 Sayılı Kânun’la dâhil olunmuştur. Böylece ülkemiz, spesifik târifeden çıkarak yerine kıymete dayalı kıymet esâsına dayalı vergilendirme dönemine geçilmiştir.  

 

1931 yılında kurulan yarı askerî nitelikteki Gümrük Muhâfaza Umum Kumandanlığı, 16.7.1956 târihinde 6815 Sayılı Kânun’la kaldırılarak; gümrük kapılarıyla gümrük teşkîlâtı bulunan hava ve deniz limanlarıyla Marmara Denizi, Çanakkale ve Karadeniz boğazlarında ve bu yerlerdeki gümrük bölgelerinde Gümrük muhâfaza vazîfeleriyle, kaçakçılığın men, tâkip ve tahkik görevleri Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti’ne devredilir. Umum kumandanlık ismi de Gümrük Muhâfaza Müdürlüğü olarak sivilleşme sağlanır.

 

 

Değişen ekonomik şartlara uyum sağlayamayan 5383 Sayılı Gümrük Kânûnu’nun yerine 1973 yılının Şubat ayında 1615 Sayılı Gümrük Kânûnu yürürlüğe girer. Bu kânûnun kabul gerekçesinde: “…. Ancak bugün için milletlerarası ticârî ve iktisâdî münâsebetlerin gösterdiği istikâmet ve gelişme bâzı milletlerarası teşekküllere katılmış bulunmamız ve nihâyet yerli sanâyimizin gelişmesi ile bugünkü ihtiyaçları ve ihrâcâtımızın geliştirilmesi imkânların sağlanması gibi nedenlerle ….” denilmiş ve bu yeni kânunla, “…gümrük vergisi yükümlüsünün, gümrük hattından eşyâ geçiren gerçek veya tüzel kişi olduğunu, gümrük vergisinin matrahının, eşyânın satış bedeli olduğu, vergiyi doğuran olayın ise vergiye tâbi malları Türkiye Cumhuriyeti Gümrük Hattı’ndan geçirmek üzere gümrük idârelerine yapılan beyan…” olarak hüküm altına almıştır.   Söz konusu kânun daha modern ve GATT esasları çerçevesinde hazırlanan bir kânundur. Bu dönemde bakanlık yapısında yeni oluşumlar görülür. Bâzı yeni genel müdürlükler, Gümrük Muhâfaza Genel Müdürlüğü, Kontrol Genel Müdürlüğü, Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, Tasfiye İşleri Genel Müdürlüğü, Personel ve Eğitim Genel Müdürlüğü kurulur. Bu arada, 1978 yılında Gümrük ve Tekel Bakanlığı Müsteşarlık Makâmına bağlı olarak 03.12.1978 târihli Resmî Gazete'de yayımlanan yönetmelikle Gümrük Kontrolörleri Kurulu’nun ve daha sonraki yıllarda da Kontrol Genel Müdürlüğü ve Gümrük Muhâfaza Genel Müdürlüklerine bağlı Kontrolörler Kurulu Birim Başkanlıkları kurulur.  1983 senesinde, Gümrük ve Tekel Bakanlığı ile Mâliye Bakanlığı kaldırılmış ve her iki bakanlığın merkez ve taşra teşkîlâtı 13.12.1983 günlü 178 Sayılı Kânun Hükmünde Kararnâme ile kurulan Mâliye ve Gümrük Bakanlığına bağlanmıştır. 2.7.1993 günlü 485 Sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkîlat ve Görevleri Hakkında Kânun Hükmünde Kararnâme uyarınca 1993 yılında Gümrük teşkîlâtı başbakanlığa bağlı müstakil bir müsteşarlık olarak yeniden organize edilmiştir.  Anılan kararnâmede müsteşarlığın kuruluş amacı: “…. Gümrük ve Gümrük Muhâfaza hizmetlerini düzenlemek ve yürütmek, kaçakçılık fiil ve teşebbüsleri ile mücâdele etmek üzere, Başbakanlığa bağlı Gümrük Müsteşarlığının kurulmasına, teşkîlat ve görevlerine ilişkin esasları düzenlemektir.”

 

Cumhuriyet döneminin yakın târihi içinde gümrük teşkîlâtı açısından gerçekleştirilen en önemli çalışmalardan birisi de Avrupa Topluluğu ile Türkiye arasında sağlanan “Gümrük Birliği” konusunda olmuştur.  Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında 1.1.2.1964 târihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile başlayan, 23.11.1970 târihinde imzâlanan ve 1.1.1973 târihinde yürürlüğe giren katma protokolle devam eden bir sürecin sonucu olarak, Türkiye-Avrupa Topluluğu 36. Ortaklık Konseyi’nin 6.3.1995 günlü kararı ile 1.1.1996 târihinde başlamak üzere taraflar arasında bir “Gümrük Birliği” têsisi öngörülmüştür.  Avrupa Birliğine giden süreçte de, AB normlarına uygun olarak hazırlanan ve 5.2.2000 de yürürlüğe giren; AB mevzuatına uyumlu, kaynakların daha verimli olarak kullanılmasını sağlayan, basit ve kolay anlaşılan, bürokratik formaliteleri en aza indiren, vatandaşa güveni esas alan, eşyânın ekonomiye süratle kazandırılmasını amaçlayan, Türk müteşebbisin rekâbet gücünü arttıran, uluslararası ticârete uyum sağlayan, seçici ama daha etkili gümrük denetimi sağlayan, gümrük işlemlerinin bilgisayar ortamında yapılmasını ana hedef belleyen, hâlen kullanılmakta olan 4458 Sayılı Gümrük Kânûnu hazırlanır.

Diğer taraftan 4926 Sayılı 10.7.2003 târihinde yürürlüğe giren ve daha ziyâde ekonomik suça ekonomik cezâyı öngören,  ihrâcat ve ithâlâta yönelik cezâları yeniden düzenleyen, Kaçakçılıkla Mücâdele Kânûnu kabul edilir.  Bu yasa yürürlüğe girdikten sonra 4 yıl bile geçmeden 5607 Sayılı 21.3.2007 târihli yasa ile bütün gümrük suçlarına daha ağır hürriyeti bağlayıcı cezâlar getiren yeni bir hukûkî düzenleme yapılır.

Bugün Türk Gümrük İdâresi, merkez ve taşra teşkîlâtı ile Avrupa Birliğine bütünleşme yönünde öngörülen bütün düzenlemeleri yapmış, otomasyon ve modernizasyonunu tamamlamış, uzmanlaşmış personeli ile çağdaş ve modern gümrük idâresi hâline gelmiştir.

29 Haziran 2011’de; Gümrükten Sorumlu Devlet Bakanlığı ve Gümrük Müsteşarlığı ile mülga Sanayi ve Ticaret Bakanlığının iç ticaret ile ilgili 4 genel müdürlüğün (İç Ticâret Genel Müdürlüğü, Tüketicinin ve Rekâbetin Korunması Genel Müdürlüğü, Teşkîlatlandırma Genel Müdürlüğü ve Esnaf ve Sanatkârlar Genel Müdürlüğü) birleştirilmesi sonucu Gümrük ve Ticâret Bakanlığı kurulmuştur.